Yazılımcı olmayan birinden özür
65 yıl önce, Bir Matematikçiden Özür isimli klasiğinde, büyük matematikçi G. H. Hardy "Varoluşunu ve hareketlerini savunan birinin bir tane gerçek gerekçesi olabilir, o da yaptıklarımı yapmamın sebebi iyi yapabildiğim yegane şeyin o olmasıdır." diye yazdı. Ve ekledi: "Bu birçok insan için geçerlidir, çünkü çoğu insanın çok iyi yaptığı birşey yoktur. Ama birinin gerçek bir yeteneği varsa, bu yeteneği beslemek için her türlü fedakarlığa açık olmalıdır. "
Bu tarz yorumları okuyan biri, kendini düşünmeden edemez, ben de öyle yaptım. Bu tartışma için tevazudan kaçınalım ve çok iyi bir yazılımcı olduğumu varsayalım. Hardy'e göre sorumlu olduğum şey yeteneğimi besleyip bu alanda kullanmam ve hayatımı müthiş bir yazılımcı olarak geçirmem gerek. Söylemeliyim ki, bu azımsanamayacak bir dehşetle baktığım bir ihtimal.
Her zaman böyle değildi. Uzun bir süre yazılımcılık hayatımdı. Sonra, bir şekilde, farklı yönlere kaydım. İlk başta küçük adımlarla - kodu yazmak yerine nasıl yazılacağını tartışarak, sonra yazılımcılar için neler yapılması gerektiğini tartışarak ve en sonunda bambaşka konular tartışarak. Üniversitedeki ilk senemin sonuna geldiğimde, insanlar yazın onlar için program yazmamı istediklerinde o kadar uzun süredir kod yazmamıştım ki, yazabileceğimden emin değildim. Kendimi iyi bir yazılımcı olarak görmüyordum.
İronik olarak, Hardy şöyle yazmış: İyi iş mütevazi insanlardan çıkmaz. Örneğin herhangi bir alandaki profesörün ilk görevi, kendi konusunu ve o konudaki kendi önemini biraz abartmasıdır. Sürekli kendine "Bu konu uğraşmaya değer mi?" ve "Bunu yapmak için doğru insan ben miyim?" diye soranlar kendilerini verimsizleştirip, diğerlerinin hevesini kıracaktır. Gözlerini biraz kapatıp, vazifesini hakettiğinden fazla önemli göstermelidir. Çok zor değil: körü körüne konusuna düşkün olup, gülünç hale gelmekten biraz zor sadece.
Muhtemelen, uzun süre yazılımcılık yapmadıktan sonra, gözlerimdeki perde biraz eskidi. Ya da tam tersi, kendimi şu anda yaptığım şeyde iyi olduğuma inandırdım, ve yapmakta olduğum şey yazılımcılık olmadığı için, dolaylı olarak yazılımcılıkta iyi değildim.
Sebebi ne olursa olsun, üç ay boyunca kod yazmam gereken işlere tereddüt ve kaygıyla bakıyordum. Yanlış hatırlamıyorsam, günlerce kararsız kaldım. Ciddi bir kod yazmak için yetersizlik hissedip, ortağım gelene kadar beklemeyi ve ona yardım etmeyi düşündüm. Günler geçti ve ortağımın gelmesine haftalar olduğunu görünce, nihayet bu sırada bir şeyler programlamaya karar verdim.
Şaşırtıcı şekilde, çok iyi gitti ve kendimi, diğer alanlarda bu kadar iyi olduğumu hissetmesem de çok iyi bir yazılımcı olduğuma ikna ettim. Ama şimdi bir ikilemle karşı karşıyayım: diğer alanlarda çalışmayı yeğliyorum.
Üniversiteye başlamadan önceki yaz bana çok sarsıcı gelen, ve birçok kişi tarafından bilinmeyen birşey öğrendim. Hayatım boyu yapmakla sorumlu olduğum şeyin, sadece bilen insanlar tarafından yapılabilecek birşey olduğunu farkettim - sonuçta yapmayı az kişi biliyordu, dolayısıyla diğer işleri çoğunluğa bırakmak mantıklı geldi.
Öğrendiğim şeyi başkalarına anlatmanın en iyisi olduğu sonucuna vardım. Bilgim olan herhangi bir işi yapmam, onu yapmayı anlattığım insanların yaptıkları yanında küçük kalacaktı. Hemen sonrasında bu yönde ilerlemeye karar verdim (muhtemelen yine gözlerime perde indi.), karmaşık fikirleri anlatmak hem iyi olduğum hem de sevdiğim bir şeydi.
Bunun yanı sıra, sabahı David Foster Wallace okuyarak geçirince anladım ki, iyi bir yazar da değilim. Bu yüzden, Hardy'i de okuyunca, kararımın sorumsuzluk olup olmadığını düşünmeye başladım.
Hardy'nin mantığının benimkine paralel olduğunu görünce rahatladım. "Topa sıradışı şekilde iyi vuran" birinin neden "profesyonel kriketçi" olması lazım? Büyük ihtimalle, çünkü topa sıradışı şekilde iyi vurabilen insan kaynağı çok az ve bu hünere sahip insanların insanlık adına bu özelliklerini kullanmaları gerek. Eğer "piyasa hakkında çabuk ve iyi tahmin yapabilen" insanlar kriket oynayıp, topa iyi vuranlar borsacı olsaydı, sıradan kriket oyuncuları ve sıradan borsacılar olurdu. Tam tersinin olması herkes için daha iyi.
Bu tabii kendim için uyguladığım mantığa da çok benziyor. Hayatımı öğrendiklerimi başkalarına anlatarak geçirmem önemli çünkü öğrendiklerimi öğrenen insan kaynağı çok az – hatta görünen o ki - topa iyi vuranlardan bile daha az.
Ancak, burada gizli bir varsayım var. Şu anda yapabildiklerin üzerinden ne yapman gerektiğine karar vermen, yeteneklerin sadece doğuştan gelip geliştirilebildiğine, sıfırdan yaratılamayacağına inanırsan mantıklı. Her ne kadar açıkça konuşulmasa da, genel kanı bu yönde (Hardy de bu varsayımı yapıyor), ama benimki bu yönde değil.
Hatta, yeteneğin pratik yaparak çıktığını düşünmek daha makul. Topa iyi vuranların çocukken çok uzun süre yaptıktan sonra böyle olması gibi. Örneğin Mozart, ‘Avrupa'nın en iyi müzik öğretmenlerinden biri’nin oğluydu ve babasının oğluna müzik öğretmeye üç yaşında başladığı söyleniyor. Mozart olmadığım bariz olsa da, bazı benzerlikler mevcut. Babamın yazılım şirketi vardı ve kendimi bildim bileli bana bilgisayar kullanmayı öğretirdi.
Yeteneğin doğuştan olmadığı teorisinin sonucu insanlar arasında hiç fark olmadığına, bu yüzden olabildiğince, insanları önemli işlere (kriket oynamak yerine yazarlık gibi) yöneltmemiz gerekiyor. Ama böyle olmuyor tabi.
Öğrenmek bileşik faiz gibidir. Azıcık bilgi bile daha fazlasını öğrenmenizi kolaylaştırır. Toplamanın ne olduğunu ve nasıl yapıldığını biliyorsanız, içinde toplama geçen birçok şeyi öğrenebilirsiniz, bu sayede daha çok öğrenerek, aynı mantıkta bu bilgiyi kullanabilirsiniz.
Böylece bilginiz ivme kazanır. Mozart gibi bazı şeyleri yapmaya çok küçük yaşta başlayan çocukların, büyüyünce avantajlı duruma geçmesi bu yüzdendir. Tüm çocukların büyüdükleri koşulları kontrol edebilsek (pek mümkün değil ama) ve onları önemli işlere yönlendirsek bile yeterli olmaz. Eğilimin dışında ilgi de gerekli.
Ünlü bir futbol oyuncusunun üç oğlu olduğunu düşünün. Üçü de benzer koşullarda yetiştirilmiş, küçük yaştan itibaren sportif aktivitelerle büyümüşler. Dolayısıyla hepsinin futbol oynamaya benzer eğilimleri var. İkisi heyecanlı bir şekilde bu işle uğraşıyorlar, ama üçüncü her ne kadar iyi de olsa, konuya ilgisiz. Kitap okumayı tercih ediyor. Onu futbol oynamaya zorlamak haksızlık olmasının yanı sıra akıllıca da olmayacaktır. Gönlü olmayan insanın, ustalaşmak için yeterince vakit ayırması pek mümkün değil.
Kısacası, kendimi bu durumda buldum. Yazılımcı olmak istemiyorum. Yazılım kitaplarına baktığımda, okumaktansa dalga geçiyorum. Yazılım konferanslarına gittiğimde, kaçıp yazılım konuşmaktansa politika konuşuyorum. Ve kod yazmak, ne kadar keyifli olsa da, hayatım boyunca yapmak istediğim bir şey değil.
Bu yüzden, korkarım ki, bu kararım toplumu iyi bir yazılımcıdan mahrum edip, topluma sıradan bir yazar katabilir. Hatta bu farazi konuşmayı bir kenara bırakıp, böyle olacağını bildiğimizi düşünelim. Yine de yapardım. Yazarlık benim için çok önemli ve yazılımcılık o kadar keyifli değil.
Ve bu yüzden, özür dilerim.