SOPA1'yı nasıl durdurduk?

Benim için, her şey bir telefonla başladı. Aylardan Eylül'dü, geçen sene değil, önceki sene, Eylül 2010. Peter beni aradı. "Aaron," dedi, "bakman gereken çok ilginç bir yasa tasarısı var." "Ne hakkında?" dedim. "Adı COICA2, İnternette hak ihlali ve sahtekârlığa karşı savaşma kanunu" "Ama Peter" dedim, "Telif hakları kanunlarıyla ilgilenmiyorum. Belki de haklısın. Belki de Hollywood haklı. Hanginiz haklı olursa olsun, büyütülecek ne var? Hayatımı telif gibi küçük bir mevzu için harcamayacağım. Sosyal sağlık sigortası, finansal reform - bu meseleler üzerine çalışıyorum, telif hakkı gibi sıradan bir şey üzerine değil." Peter'ın homurdandığını duyabiliyordum. "Bak, bunu seninle tartışacak vaktim yok," dedi, "şu anda bunun önemi yok, çünkü bu yasa tasarısı telif hakları ile ilgili değil." "Değil mi?" "Hayır," dedi. "İnternette bağlanabilme özgürlüğüyle ilgili." Şimdi dinlemeye başlamıştım.

Peter şimdiye kadar çoktan öğrenmiş olduğunuz gibi, bu kanun sayesinde hükümet Amerikalıların girmesinin yasak olduğu web siteleri listesini değiştirebilecekti. Sonraki gün bu durumu insanlara anlatabilmenin bir sürü farklı yolunu buldum. Amerika için kocaman bir güvenlik duvarı olduğunu söyledim. İnternetin kara listesi olduğunu söyledim. İnternet sansürü olduğunu söyledim. Tüm bu lafları bir kenara bırakıp, bu yasa tasarısının gerçekten ne kadar radikal olduğunu anlamak için bir adım geri atalım. Hükümetin söylem ile ilgili kurallar getirebildiği birçok durum var. Özel bir şahsa iftira atarsanız, televizyona verdiğiniz reklam insanlara yalan söylüyorsa, sabaha kadar yüksek sesle çılgın partiler veriyorsanız, tüm bu durumlarda, hükümet gelip sizi durdurabilir. Ama bu durum bunlardan baya oldukça farklıydı. Hükümet insanlara gidip içeriklerin belli kısımları kaldırmalarını istemiyordu, tüm web sayfalarını kapatıyordu. Esasında, Amerikalıların belli gruplarla olan iletişimini durduruyordu. Amerikan kanununda buna benzer hiçbir şey yoktu. Gece yüksek sesle müzik çalıyorsanız, hükümet size savcılıktan yazıyla birlikte iki hafta boyunca sessiz olmanızı söyleyemez. Evinizde kimse bir daha ses çıkaramaz diyemez. Yapılan şikayet belirli bir durumla alakalıdır, sizden bu duruma çözüm bulmanızı isterler ve herkes hayatına devam eder.

Bulabildiğim en yakın örnek, hükümetin yetişkin kitapları satan bir kitapeviyle olan davasıydı. Kitapevi porno satmaya devam ediyordu, hükümet de pornonun yasadışı olduğunu söylemeye devam ediyordu. Bir süre sonra, kızıp tüm kitapevini kapattılar. Ki bu durum da ABD Anayasası'nın Birinci Anayasa Değişikliği3 ihlali sebebiyle daha sonra geçersiz sayıldı.

Dolayısıyla, COICA'nın anayasaya aykırı bulunacağını düşünebilirsiniz. Ama Yüksek Mahkeme Birinci Anayasa Değişikliği ile ilgili bir kör noktası olduğunu biliyordum. Her şeyden öte, iftira, yalan yayın, pornografi hatta çocuk pornosundan öte kör noktaları telif haklarıydı. Konu telif hakkı olunca adaletin adeta beyni kapanıyor, Birinci Anayasa Değişikliği’ni tamamen unutuyorlardı. Sanki konu telif hakları olduğunda Birinci Anayasa Değişikliği işlemiyordu. Dolayısıyla eğer interneti sansürlemek istiyorsanız, bir şekilde hükümetin belirli sitelere erişimi engellemesi için bir yol arıyorsanız, ancak bu kanun üzerinden yapabiliyordunuz. Eğer konu pornografi olsaydı, kitapevi gibi mahkemeden geri dönerdi. Ama konuyu telif hakkı olunca, aradan sıyrılabilirdi.

Ve bu özellikle korkutucuydu, çünkü bildiğiniz gibi, telif hakları her yerde. Eğer WikiLeaks'i kapatmak istiyorsanız, içeriğinde çok fazla porno olduğunu söylemek biraz zorlama bir sebep olurdu, ama WikiLeaks'in telif hakları ihlali yaptığını söylemek zor olmaz, çünkü her şeyin telif hakkı var. Bu konuşma, şu anda veriyor olduğum, bu kelimelerin de telif hakkı var. Ve yanlışlıkla bir şeyleri kopyalamak çok kolay, o kadar kolay ki… COICA'nın önde gelen Cumhuriyetçi destekçisi, Orrin Hatch, kendi senato web sitesine bir parça kodu yasadışı olarak kopyalamış. Orrin Hatch'in senato web sitesinin bile telif hakları ihlali yaptığı bulunabiliyorsa, bizden birilerinin de benzer bir şeye bağlanma şansı ne kadardır?

Şu anda bir savaş devam ediyor; internette olan her şeyi geleneksel hukukun anlayacağı şekilde tanımlama savaşı. BitTorrent üzerinden video paylaşmak bir dükkândan film çalmaya mı benziyor? Veya bir arkadaşa bir filmi ödünç vermeye mi? Bir web sayfasını tekrar yüklemek sakince sanal ortamda beklemek gibi mi, yoksa saldırganca dükkân camlarını indirmek gibi mi? Bağlanma özgürlüğü konuşma özgürlüğü gibi mi, yoksa cinayet özgürlüğü gibi mi?

Bu kanun çok büyük ve muhtemelen kalıcı zararlar verecek. Birbirimizle internet üzerinden konuşma yetimizi kaybedersek, bu İnsan Hakları Beyannamesi'nin değişmesi demektir. Anayasamızla güvence altına alınmış özgürlüklerimiz, ülkemizin üzerine kurulduğu özgürlükler, aniden silinecek. Yeni teknolojiler bizi daha özgür kılmak yerine, hep var olduğunu varsaydığımız temel haklarımızı elimizden alacak. Ve o gün, Peter'la konuştuktan sonra anladım ki, bunu olmasına izin veremezdim.

Ama olacaktı. COICA isimli yasa tasarısı, 20 Eylül 2010'da bir Pazartesi sabahı, basın bülteniyle ilan edilmişti ve tabii ki en altlara doğru Eylül ayında oylanması planlanıyordu, oylama olmak zorundaydı - yasayı oylamadan geçiremezsiniz - oylamanın sonuçları çoktan belliydi, çünkü yasanın giriş kısmına bakarsanız, meclisin eksantrik bir üyesi tarafından değil, yasama kurulu başkanı tarafından sunulup, neredeyse tüm diğer üyeler tarafından desteklendiğini görürsünüz, hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler tarafından. Dolayısıyla, evet bir oylama olacaktı, ama sürpriz olacak pek bir kısmı yoktu, oy verecek hemen herkes isimlerini daha sunulmadan yasaya yazdırmıştı.

Bu kısmın ne kadar sıra dışı bir durum olduğunun altını ne kadar çizsem az. Meclisin nasıl çalışmadığına bir örnek aslında. Nasıl çalışması gerektiğinden bahsetmiyorum, filmlerde gördüğümüz gibi değil yani. Demek istediğim, Meclis gerçekte böyle çalışmıyor. Demek istediğim, Meclis'in yerinde sayan, işlevsiz bir ölü bölge olduğunu hepimiz biliyoruz zannederim ki. Aylar boyu süren tartışmalar, partiler arasındaki pazarlıklar, sorgular ve farklı oyalama taktikleri. Demek istediğim, bilirsiniz, önce belirli bir problem üzerine görüşmeler olacağını duyurmanız gerekir, sonra günler boyu konunun uzmanları konuşuruz, sonra olası bir çözüm öneririsiniz, uzmanlar bu öneriniz üzerine düşüncelerini söyler, diğer üyeler farklı çözüm önerileri sunar, bir süre bunları tartışırsınız, arada pazarlıklar döner, başka üyeler de mevzuya katılır. Sonunda, saatlerce tartışmaya katılan insanlarla teke tek konuşursunuz, karşılıklı tavizler verilir, kapalı kapılar ardında sohbetler devam eder. Ve sonra hepsi bittiğinde, bunu alıp satır satır herhangi bir itirazı veya değiştirmek istenen yer var mı diye kamu karşısında okursunuz. Sonra oylamaya geçilir. Acı dolu, zahmetli bir süreçtir. Pazartesi günü yasa tasarısını sunup, birkaç gün sonra fikir birliğiyle geçiremezsiniz. Mecliste böyle şeyler olmaz.

Ama bu sefer olacaktı. Konuyla alakalı fikir ayrılıkları olmadığından değil. Fikir ayrılıkları vardı. Bazı meclis üyeleri yasanın çok zayıf olduğunu daha sert olması gerektiğini düşünüyorlardı: Sunulduğundan itibaren, yasa sadece hükümete web sitelerini kapatma iznini veriyordu ve bu meclis üyeleri, dünyadaki herhangi bir şirketin web sitesi kapatma gücüne sahip olmasını istiyorlardı. Diğer meclis üyeleri biraz sert olduğunu düşünüyorlardı. Ama bir şekilde, Washington'dan görmeyi beklemeyeceğiniz şekilde, kişisel farklılıklarını bir kenara bırakıp, bu yasa tasarısında ikna olmuşlardı: interneti sansürleyebilmek. Ve bunu görünce anladım ki: Bunun arkasında kim varsa, işini iyi biliyordu.

Şimdi normalde Washington'da iyi şeyler gerçekleştirmek için sizinle aynı fikirde olan birkaç tane zengin şirket bulmanız lazım. Sosyal Güvenlik yasası bazı cesur politikacıların sokakta yaşlı insanların aç kalmasına vicdanları el vermiyor diye geçmedi. Dalga mı geçiyorsunuz? Sosyal Güvenlik yasası John D. Rockefeller kârından bir parça ayırıp çalışanlarına emekli maaşı vermekten sıkıldığı için geçti. Hükümet işçilerden para alarak bunu yapabilecekken niye ödeyesin ki? Şimdi demek istediğim Sosyal Güvenlik yasası kötüdür değil - bence çok iyi bir şey. Demek istediğim sadece hükümetin iyi şeyler yapması için konuyu destekleyecek büyük şirketler bulmanız gerektiği. Problem ise, tabii ki, büyük şirketler sivil özgürlüklerin hayranı değiller. Yani karşı değiller, sadece işin içinde parayla ilgili pek bir şey yok.

Şimdi eğer basından takip ettiyseniz, muhtemelen hikâyenin bu kısmını duymamışsınızdır. Hollywood'un anlattığı üzere, destekledikleri cici telif hakları yasası, telif hakları ihlalinden milyon dolarlar kazanan kötü niyetli şirketler tarafından durdurulmuştu. Ama bu - bu doğru değildi. Yani ben oradaydım, bugün de muhtemelen burada olan - internet şirketlerinin olduğu toplantıdaydım. Ve eğer tüm kârları telif hakkı ihlaline dayanıyor olsaydı, telif hakları kanununu değiştirmek için çok daha fazla para koyarlardı. Gerçek şu ki, bu yasa tasarısı geçse bile, büyük internet şirketlerinin hali pek değişmezdi. Yani bu duruma sevinmezlerdi tabii, ama hisselerinde gözle görünür bir düşüş olacağından bile şüpheliyim. Dolayısıyla bu yasa tasarısına karşılardı, ama diğerlerimiz gibi, temel prensipleri sebebiyle karşılardı. Ve bu prensip sahiplerinin lobicilere harcayabileceği çok paraları yoktu. Dolayısıyla konuya daha pratik yaklaştılar. "Bakın," dediler, "bu yasa tasarısı meclisten geçecek. Hatta muhtemelen oybirliğiyle geçecek. Ne kadar denersek deneyelim, bu durdurabileceğimiz bir gidişat değil. Dolayısıyla, bunu desteklemeyeceğiz - destekleyemeyiz. Buna karşın, haydi bunu daha ılımlı yapmaya çalışalım." Yani strateji buydu: lobi yapıp, yasa tasarısını daha ılımlı hale getirelim. Yasa tasarısını daha az çirkin ve daha az maliyet çıkaracak veya her neyse o hale getirmek için yapılması gereken değişiklikler için listeleri vardı. Ama gerçek aynı kaldı, bu interneti sansürleyecek bir yasa tasarısıydı ve bunu durdurmak için yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu.

Sonuç olarak ben de kurtulma ihtimalinin ve ümidin az olduğu korkunç gelecekle yüzleşen her küçük bireyin yapacağı şeyi yaptım: internet üzerinden bir imza kampanyası başlattım. Tüm arkadaşlarımı aradım, bu yeni grup için web sitesi hazırlamak için sabahladık, Demand Progress (Gelişimi Talep Et), bu tehlikeli yasa tasarısına karşı kurulan çevrimiçi imza kampanyasıyla birlikte birkaç arkadaşıma yolladım. Şimdi, ben daha önce de internet üzerinden imza kampanyalarıyla uğraştım. Dünyada internet üzerinden imza kampanyaları yürüten en büyük gruplarla çalıştım. Bir ton kampanya yazdım, daha da fazlasını okudum. Ama bunun gibi bir şey daha önce görmedim. Gerçekten sıfırdan başlayıp, 10.000 imzaya ulaştık, sonra birkaç hafta içinde önce 100.000, derken 200.000, derken 300.000. Ve sadece adınızı yazdığınız bir kampanya değildi. İnsanlardan Meclisi aramalarını istedik ve acil olarak istedik. Bu hafta bir oylama yapılacaktı ve birkaç gün içinde bunu durdurmalıydık. Aynı zamanda, basına bu inanılmaz imza kampanyasından bahsettik. Meclis üyeleriyle görüşüp yasa tasarısına olan desteklerini geri çekmelerini istedik. Yani, inanılmazdı. Çok büyüktü. İnternetin gücü bu yasa tasarısına karşı yükseldi. Ve sonra yasa oybirliğiyle kabul edildi.

Şimdi, haklarını vermem gerek, meclis üyelerinin birkaçı oy vermeden önce güzel konuşmalar verdi ve konuşmalarında Birinci Anayasa Değişikliği ile ilgili kaygılarla alakalı aldıkları yorumların altında boğulduklarını, bu yorumların onları kaygılandırdığını, o kadar ki, artık yasa tasarısını desteklediklerinden bile emin olmadıklarını dile getirdiler. Ama desteklemeseler bile, sürecin devam etmesi için oy vereceklerini söylediler, çıkabilecek sorunların daha sonra çözülebileceğinden emin olduklarını belirttiler. Dolayısıyla şimdi, sizlere soruyorum, bu Washington D.C. gibi duyuluyor mu? Ne zamandan beri Meclis üyeleri sürecin devam etmesi için karşı çıktıkları şeylere oy veriyordu? Demek istediğim, bu işin arkasında kim varsa bayağı iyiydi.

Sonra, aniden, süreç durduruldu. Meclis üyesi Ron Wyden, Oregon'lu Demoktrat Parti üyesi, yasa tasarısı kabul sürecini durdurdu. Yaptığı konuşmada yasa tasarısını internete yöneltilmiş nükleer bombaya benzetip, değişiklikler yapılmadan yasanın geçmesine izin vermeyeceğini duyurdu. Ve bildiğiniz gibi, tek bir meclis üyesi yasa tasarısının geçmesini kendi başlarına durduramaz, ama geciktirebilir. Yasa tasarısına itiraz ederek, Meclisin konu üzerine bir süre tartışması gerektiğini talep edebilir. Ve Meclis üyesi Wyden tam da bunu yaptı. Bize zaman kazandırdı - epeyce zaman kazandırdı. Yarattığı gecikme dönem sonuna kadar devam etti, dolayısıyla sıra tekrar bu yasa tasarısına geldiği zaman, baştan başlamak zorunda kaldılar. Baştan başlayacaklarına göre, neden yeni bir isim vermeyelim diye düşündüler. Bundan sonra önce PIPA ve son olarak SOPA olarak isimlendirilmeye başlandı.

Dolayısıyla burada muhtemelen bir iki yıllık bir gecikmeden bahsediyoruz. Geri dönüp baktığımızda, biz de bu süreyi daha sonra gelecek olan şeylere karşı zemin oluşturmak için kullandık. O zamanlar böyle hissetmiyorduk tabii. O zamanlar etrafta dolaşıp insanlara bu yasa tasarısının ne kadar kötü olduğunu söyleyip durduk, karşılığında da, millet bizi deli sandıklarını söyledi. Yani baktığınızda, hükümetin interneti sansürleyeceğini söyleyerek etrafta dolaşan çocuklardık. Kulağa biraz delice geliyor. Yarın Larry'e sorabilirsiniz. Onu da işin içine katmak için ona sürekli neler döndüğünden bahsediyordum ve eminim abarttığımı düşünüyordu. Ben bile kendimden şüphe etmeye başlamıştım. Zor günlerdi. Yasa tasarısı tekrar geri gelip yeni süreç başladığında, tüm bu yaptıklarımız anlam kazanmaya başladı. Konudan bahsettiğim herkes konuya dâhil olmaya başladı. Sonrası çığ gibi büyüdü. Her şey çok hızlı gelişti.

Bir akşam teknoloji endüstrisinde çalışan bir arkadaşımla akşam yemeği yerken, bana ne üzerine çalıştığımı sordu, ben de ona bu yasadan bahsettim. Bana, "Bundan herkese bahsetmen lazım!" dedi. Bense sadece sızlandım. Bundan sadece birkaç hafta sonra, metroda tatlı bir kızla konuştuğumu hatırlıyorum, teknolojiyle hiç alakası yoktu, ama dediklerimi dinledikten sonra ciddi bir şekilde bana dönüp, " 'SOAP'ı4 durdurmak zorundayız." dedi. Yani gelişme kaydediyorduk, öyle değil mi?

Bu hikayenin o zamanki birkaç haftayı iyi resmettiğini düşünüyorum, çünkü kazanmamızın sebebini benim bu konuyla ilgileniyor olmam veya Reddit'in veya Google veya Tumblr veya herhangi başka birinin konuyla ilgileniyor olması sebebiyle olduğunu düşünmüyorum. Tüm endüstride temelden bir bakış açısı değişikliği olduğu için gerçekleştiğini düşünüyorum. Herkes nasıl yardımcı olabileceğini düşünüyordu, çoğunlukla zeki ve ustaca yollarla. Kimisi video yaptı. Kimisi infografik. Siyasal eylem komiteleri kurdular. Reklam verdiler. Reklam panosu kiraladılar. Haber yaptılar. Toplantılar yaptılar. Herkes yardım etmeyi kendi sorumluluğu gibi görmeye başladı. Bu dönemin bir noktasında New York'tan girişimcilerin geldiği bir toplantı ayarladım, gelenlerin de sürece dâhil olması için cesaretlendirmeye çalışıyordum ve kendimi Clinton Global Initiative toplantılarındaki sunucular gibi hissetmeye başlamıştım, tüm girişimcilere dönüp - odadaki tüm girişim sahiplerine bakıp, "Sen bu konuyla ilgili ne yapacaksın? Peki ya sen?" diyordum ve herkes yeni birilerini katmaya çalışıyordu.

Bu bakış açısı değişikliğinin netleştiği bir gün varsa, Beyaz Saray'da SOPA görüşmelerinin olduğu gün, şu ifadeyi duyduğumuz gündü, "İnternet'in nasıl çalıştığını anlamamak artık uygun değil." Bilgisiz Meclis üyelerinin yasayı tartışmasını izlerken tanımlayamadığım bir keyif alıyordum, ısrarla interneti düzene sokabileceklerini, bir bir avuç inek öğrencinin onları durduramayacağını söylediklerini izliyordum. İnsanlara bunun olacağını söylüyorlardı, Meclis interneti kıracaktı ve bunu umursamıyorlardı.

Bunun bana ilk dank ettiği anı hatırlıyorum. Bir etkinlikte konuşurken bir meclis üyesiyle tanıştırıldım, hem de COICA yasasının en güçlü taraftarlarından biri. Ona, bu kadar ileri görüşlü olmasına, bireysel özgürlükleri savunan bir konuşma yapmış olmasına rağmen, interneti sansürleyen bu yasa tasarısını neden desteklediğini sordum. Ve o bildiğiniz tipik politikacı gülümsemesi solmaya başladı, gözünü kan bürüdü. Ve bana bağırmaya başladı, dedi ki, "İnternetteki insanlar, onlar her şeyden kurtulabileceklerini sanıyorlar. İnternete istedikleri herhangi bir şeyi koyabileceklerini düşünüyorlar ve bizim onları durdurmak için yapabileceğimiz hiçbir şey yok! Her şeyi koyuyorlar! Bizim nükleer başlıklı füzelerimizi koyuyorlar ve bize gülüyorlar! Şimdi onlara günlerini göstereceğiz! İnternette kanunlar olmak zorunda! Kontrol altında olmak zorunda!"

Şimdi, bildiğim kadarıyla, kimse internete A.B.D'nin nükleer başlıklı füzeleriyle ilgili bir şey koymadı. Veya en azından ben duymadım. Ama mevzu da aslında buydu. Adamın mantıklı bir kaygısı yoktu, değil mi? Hepsinin kaynağı, her şeyin kontrolden çıkacağıyla ilgili bu mantıksız korkuydu. Bir tarafta bu adam vardı, bir A.B.D. meclis üyesi, diğer tarafta ise internetteki insanlar vardı ve bu adamla dalga geçiyorlardı. Kontrol altına alınmaları gerekiyordu. Her şeyin kontrol altında olması lazımdı. Meclisin genel tavrının böyle olduğunu düşünüyorum. Ve bu meclis üyesinin gözlerindeki ateşi görmek beni ürküttü, bu görüşmelerin birçok insanı korkuttuğunu düşünüyorum. Bunun vatandaşları temsil ederken, çıkan anlaşmazlıklara orta yol bulmaya çalışan düşünceli bir hükümetin tavrı olmadığını gördüler. Bu daha çok bir despotun tavrıydı. Ve bu yüzden vatandaşlar direnmeye başladı.

Bu görüşmeden hemen sonra kayış koptu. Önce Cumhuriyetçi meclis üyeleri geri çekildi, sonra Beyaz Saray yasaya karşı bir açıklama yayınladı, sonra Demokratlar yalnız başlarına kaldıktan sonra, yasa tasarısını resmi oylamadan önce tekrar tartışmak için şimdilik rafa kaldırdıklarını açıkladı. O an, inanması ne kadar güç olsa da, kazanmıştık. Herkesin imkansız olduğunu söylediği, dünyanın en büyük şirketlerinin bile boş hayal olarak gördüğü şey olmuştu. Başarmıştık. Kazanmıştık.

Sonra başlarına kakmaya başladık. Sonrasında neler olduğunu biliyorsunuz. Wikipedia kendini kararttı. Reddit kendini kararttı. Craigslist kendini kararttı. Meclise giden telefon kabloları çalışmaktan eridi. Meclis üyeleri bir kaç gün önce teşvik ettikleri yasa tasarısına olan desteklerini geri çektiklerini belirten açıklama yayınlamak için yarışmaya başladılar. Çok saçmaydı. Yani o dönemin çizelgeleri her şeyi çok iyi anlatıyor. Şöyle bir durum; bir tarafta "Ocak 14" yazıyor ve yanında yasayı destekleyenlerin isimlerinin olduğu uzun bir liste, ve birkaç yalnız ismin olduğu karşı çıkanlar listesi var; diğer tarafta ise "Ocak 15" yazıyor, ve bu sefer tamamen tersine dönmüş durumda - herkes karşı çıkıyor, geriye kalan birkaç yalnız isim hala destekliyor.

Eşi benzeri görülmemiş bir durumdu. Bana inanmıyorsanız, eski meclis üyesi, yeni Hollywood baş lobicisi Chris Dodd'a sorun. Kaybettikten sonra, itiraf etti, her şeyi kendisi planlamıştı. New York Times'a bunca yıllık Meclis hayatında böyle bir şey görmediğini söyledi. Ve konuştuğum herkes de aynı fikirde. İnsanlar ayaklanıp, Washington'da büyük bir değişim yarattılar – tesadüfi olarak, bağlı oldukları şirketler yasa lehine lobicilik yapan basın hariç; oybirliğiyle yasayı destekleyen politikacılar hariç; her şey olup, kaçınılmaz olduğuna karar verince durdurmaktan vazgeçen şirketler hariç.

Gerçekten insanlar tarafından durdurulmuştu, sadece insanlar. Yasayı gömmüşlerdi, öyle fena gömdüler ki, Mecliste ne zaman internete azıcık da olsa dokunan bir şey önerilse, SOPA ile kesinlikle alakasız olduğunu belirtmek için önceden uzun konuşmalar yapmaları gerekiyordu; öyle gömüldü ki, mecliste çalışanlara bu konuyu sorduğunuzda, homurdanıp, sanki hepsinin unutmaya çalıştığı kötü bir rüyaymış gibi kafalarını sallıyorlardı; öyle gömüldü ki, inanması zordu, onaylanmasına o kadar az kalmışken, tamamen zıt yöne nasıl gittiğine inanması zor olan bir hikaye. Ama rüya veya kabus değildi; tamamıyla gerçekti.

Ve bu tekrar yaşanacak. Tabii farklı bir ismi olacak, farklı mazeretleri olacak ve farklı bir yönden zarar verecek. Ama şüpheniz olmasın: bağlanma özgürlüğünün düşmanları yok olmadı. Politikacıların gözlerindeki alev sönmedi. İnternete kelepçe vurmak isteyen çok insan var, güçlü insanlar. Dürüst olmak gerekirse, interneti tüm bunlardan korumakla derinden ilgilenen o kadar da çok insan yok. Hatta en büyük şirketlerin bazıları bile, en büyük internet şirketlerinin bazıları bile, işin gerçeği, küçük rakiplerinin sansürlendiği bir dünyadan faydalanabilir. Bunun olmasına izin veremeyiz.

Şimdi, bunu kişisel bir hikaye olarak anlattım, çünkü bu tarz büyük hikayelerin insan ölçeğinde daha etkili olduğunu düşünüyorum. Yönetmen J. D. Walsh der ki, iyi hikayeler Transformers'ın afişi gibi olmalıdır. Posterin solunda devasa kötü robot, sağ tarafta büyük bir ordu vardır. Ortada ise, aşağı kısımda, ortada sıkışmış küçük bir aile vardır. Büyük hikayelerin insani umutlara ihtiyacı vardır. Ama çoğunlukla, bu kişisel bir hikaye çünkü başka kısımlarını araştırmak için vaktim olmadı. Ama esas nokta da bu aslında. Bu savaşı kazandık, çünkü herkes kendisini, kendi hikayesinin kahramanı yaptı. Herkes bu elzem özgürlüğü korumayı kendi işi edindi. Ortaya atıldılar. Akıllarına gelen her şeyi yaptılar. Durup kimseden izin istemediler. Hacker News okuyucularının kendiliğinden organize olup, SOPA'yı desteklediği için GoDaddy'i boykot etmelerini hatırlıyor musunuz? Kimse bunu yapabileceklerini onlara söylemedi. Hatta birkaçı bunun kötü bir fikir olduğunu söyledi. Fark etmedi. Meclis üyeleri haklıydı: İnternet gerçekten kontrolsüz durumda. Ama eğer biz bunu unutursak, eğer Hollywood'un yasayı durduranın Google gibi büyük bir şirket olduğu şeklinde yeniden yazmasına izin verirsek, bizi aslında bizim gerçekten bir değişiklik yaratamadığımıza ikna etmelerine izin verirsek, bunu başkasının sorumluluğu gibi görüp, eve gidip mısır patlatıp koltukta Transformers izlersek, bir dahaki sefere kazanabilirler. Buna izin vermeyelim.

1SOPA (Stop Online Piracy Act): İnternet korsanlığına karşı yasa tasarısı

2COICA (Combating Online Infringement and Counterfeiting Act): İnternette hak ihlali ve sahtekarlığa karşı savaşma kanunu

3First Amendment: Birinci Anayasa Değişikliği. Amerika Birleşik Devletleri Anayasasının ilk değişikliği, dini kurumlara saygısızlık, din seçme özgürlüğünü sınırlama, ifade özgürlüğü sınırlamak, basın özgürlüğü ihlali, barışçıl toplanmalara müdahele etmek veya sorunların düzeltilmesi için hükümete yönelik imza kampanyasını engelleme konularıyla alakalı herhangi bir kanun çıkarılmasını engeller. 15 Aralık 1791'de, Temel İnsan Hakları Bildirgesi'ni oluşturan On Anayasa Değişikliğinden biri olarak kabul edilmiştir.

4 Ç.N.: Swartz, metrodaki kıza yasa tasarısından bahsederken, kızın “Sabunu durdurmalıyız.” yorumuna konuşmasında nükteli bir şekilde yer vermiştir.

results matching ""

    No results matching ""